Görme Biçimleri – John Berger

25 Mar Görme Biçimleri – John Berger

John Berger Görme Biçimleri adlı kitabı ile tarihten bugüne ortaya çıkan farklı görsel temsillerin analizini yaparken, sorulmamış sorular sorarak, bize eserlerin farklı yönlerini gösteriyor. Sadece büyük eserlerin değil aynı zamanda bize reklamlarda kullanılan görsellerin, imgelemelerin hangi amaçla kullanılmış olabileceği ile ilgili bilgiler veriyor ve bize sorgulama yapmamızı sağlıyor. John Berger “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.” demiş ve görmenin yani görsel zekânın görsel tatminin ne kadar önemli bir duyu olduğundan bahsediyor. Bunu sadece teorik bilgi ile değil, pratikte sunduğu örneklerle de geliştiriyor. Görme, yaşadığımız dünyayı algılarken en önemli faktörlerden birisi iken bunun nasıl kullanıldığını, sistemin bunu nasıl kendi lehine kullandığını da gösteriyor.

Berger’a göre düşündüğümüz ve inandığımız şeyler, görme biçimimizi etkiler. Yani aslında hiçbirimiz etrafımızdaki şeyleri tamamen objektif bir gözle görüp algılamıyoruz. Bu nedenle gördüğümüz şeyi başkalarına anlatırken orada sunduğumuz şey, tamamen kişisel bir yaklaşımın ürününü oluyor. “Ben ne gördüysem onu söylüyorum, dolayısıyla benim anlattıklarım objektif gerçekliktir” demek aslında kendi algılama biçimini diğer herkesinkinden üstün ve mutlak gerçek pozisyonunda görmektir. Oysa demin de söylediğimiz gibi, kişisel olmayan bir görme biçimi yoktur. Bir kere en başında neyi gördüğümüz, neye bakmayı seçtiğimizle doğrudan ilişkili, yani görme bir seçimle beraber gerçekleşen bir şey. Seçme ise yine sahip olduğumuz düşünce ve inançların etkisiyle ortaya çıkıyor.

Bunu şöyle yalınlaştırabiliriz: Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye – özellikle görsel bir nesneye? seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur.

En ama en beğendiğim paragraflardan biri. Erkek ve kadının arasındaki görünüşsel farklılığı en iyi özetleyen söz budur. Erkekler her zaman seyreder sadece bakar. Kadınlar ise her şeyin farkındadırlar. Onlara bakılır seyredilir, hayran olunur, arzulanır. Bunu bilir ve en büyük silahı olan bu bilgiyi en iyi şekilde kullanır. O yüzdendir ki kadın erkek ilişkilerinde kadın her zaman seçen, erkekse seçilen durumundadır.

“Alıcıya satmaya çalıştığı ürünle ya da olanakla çekicilik kazanmış olan kendi imgesini yansıtır. Bu imgeyle alıcıda, kendisinin gelecekte olabileceği durumu özleten bir kıskançlık uyandırır. Bu kıskanılası Ben’i yaratan nedir öyleyse? Başkalarının duyduğu kıskançlıktır elbette. Reklam, zevk değil mutluluk vaat eder bize: dışarıdan, başkalarının gözüyle görülen bir mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır.”

Hangi birimiz bu duyguya kapılmamışızdır ki? Hepimiz içten içe kıskanılmak, istenilen olmak, arzulanan olmak istemişizdir. İşte reklamlarda bize bunu görsel imgelemelerle veriyor.

Yağlı boya resimde nesneler çoğu zaman oldukları gibi gösterilir. Gerçekte bunlar satın alınabilir nesnelerdir. Bir nesnenin resmini yaptırıp aldığınızda onu beze geçirtmek o şeyi satın alıp evinize koymaktan pek de değişik bir şey değildir. Böylece bir resmi satın aldığınızda o resimde gösterilen nesnelerin görünüşünü de satın almış olursunuz.

Sadece resmi değil, o resmin görünüşünü satın almak…

Seyirci alıcının, ürünü edindiği zaman erişeceği durumuna bakarak kendini kıskanması beklenir. O ürünle, başkalarının kıskanacağı bir nesne durumuna dönüştüğünü düşünmesi amaçlanır. Bu kıskançlık onda kendini beğenme duygusunu güçlendirecektir. Bunu başka türlüde anlatabiliriz: reklam imgesi alıcıdan, aslında onun kendisine karşı duyduğu sevgiyi çalar; sonra da bu sevgiyi ona, alacağı ürünün fiyatına yeniden satar.

Bunu hala bilmeyeniz varsa bu yazıdan sonra bunu aklına kazımalı. John Berger’in tespitleri, aklı başında düşünebilen birinin de aklına gelebilecek olan tespitlerden. Kısacası aklın yolu birdir sözü tamda buraya yakışıyor. John Berger ile aynı fikirde olmamız ve aynı düşünce yapısında olmamızın başka bir açıklaması olamaz. Aklın yolu birdir…

Bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. Her şey paraya dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir.

Reklamların yapmaya çalıştığı şey çok açık aslında. Fakat bizler bunu görmek yerine ürüne odaklanırız. Arkasında yatanı ya da görülmesi aşikâr felsefesi, her zaman ürünün arkasından gelir. Bunu çok iyi kullanan kapitalizm, bize sunulanı almamızı öğütler. Çünkü o sunulanı aldığımızda daha mutlu daha iyi daha güzel olacaktır her şey. Bize bunu söylemekle kalmaz aynı zamanda bize bunu yapmadığımız takdirde hiçbir şey olduğumuzu da salıklar. Seiko’nun reklamını hatırlayın; “saatin olmadan sen sen değilsin” gibi bir söz vardı.

Reklamlarda en fazla kullanılan temalardan biridir, güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler. Hepsi de kusursuzdur, çok güzeldir ve olmak istenilen yapıdalardır. Kullandıkları ya da yaptıkları bir şekilde tarz olmaktadır. Onlar gibi giyinmek onlar gibi davranmak sanki yapılması gerekenlerin en üstünde gibi düşünülür. Sanki onlar olması gereken gerçekler, bizlerse sadece eskizleriz gibi bir hal ve durum içine sokarlar bizi. Hissettiklerimizi sadece kendi içimizde yaşar, o ürün ne ise ya da anlatılan her ne ise ona odaklanırız. Artık o bizim değer skalamızda iyi, güzeldir ve kalitelidir. Fiyat burada çok fazla aklımıza gelmez. Eğer alım gücü sorunumuzda yoksa zaten bunları hiç mesele etmeyiz. Ha birde alım gücü çok yüksek olanlar için ürünler vardır. Onlara reklam yapılmaz çok fazla. Çünkü ihtiyaç yoktur. Reklamlar normal ya da normalin altında alım gücü olan insanlar içindir. Zengin insanlara bu ürünler zaten bir şekilde gider. Paranın parayı çekmesi ve arkadaşını yani yine parayı kazanması gibi, bu tip ürünlerde onları bulur. Çünkü gidilmesi gereken kapı zaten bellidir. Adres belirtmek anlamsızdır.

Hem tuzak hazır hem de av, avcı zaten belli bize sadece iyi avlar demek düşer. Bize sunulan yaşamlarda her zaman güzel ve çirkin var. En önemli değer en önemli erdem en önemli en bu bizim için. Bizler dış görünüşün birer kölesi birer kuklasıyız. O yüce güç her ne derse o olması gereken gerçek yaşamamız gereken hayattır. Toplumdaki belli başlı ayrımcı kriterleri bile silebiliriz bunun için. Hatta bazen kendimiz bile şaşırırız buna. Bir konuşmada şu sözü duydum; “kadın çok güzel abi ya” dedi biri bir diğeri ise; “zenci ama güzel hakikaten…” Tam da demek istediğim işte. Hem toplumun ya da bazı toplumların sunduğu ırkçılık hem de diğer yandaki güzellik ayrıştırması. Bir diğer örnek ise tesettür reklamlarında kullanılan ekstra güzellikte ki mankenler modeller. Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Genellikle yabancı mankenler kullanılıyor. Kusursuz bir yüz, kusursuz bir vücut ve kadınsılığın ön plana çıktığı pozlar. Yapılmak istenen reklam ise tesettür yani kapanma ile ilgili dini bir ritüel. Tezat dediğiniz zaman çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok! Biraz televizyon izleyin biraz alışveriş merkezlerini gezin yeterli olacaktır.

Artık bizim hayatlarımız yerine bize sunulan hayatlar var. Sunulanı yaşayanlar, sunulana itiraz edenler, tüm bunları değiştirmeye çalışıp, kendi bildikleri ve kendilerine göre mükemmel olan başka bir kokuşmuş düzeni getirmek isteyenler ve tüm bunları görmeden yaşamaya çalışanlar. Hayatımız hep böyle hep bu şekilde ilerliyor ve bize sunulanı sunulduğu şekilde yaşıyor ve ölüyoruz. Zaten belli bir süremiz var biçilen, o sürede en iyi şekilde en iyi huzuru nerede yakalarsak orada yaşamaya çalışıyoruz. Ama doğru ama yanlış ama iyi ama kötü bir şekilde devam ediyoruz. Kendi doğrularımızla kendi yanlışlarımızla da olsa devam ediyoruz. Çevremizdeki doğrular ve yanlışlara da bakıyoruz elbet fakat görmüyoruz çoğu zaman sadece bakıp kafamızı çeviriyoruz.

Yapmamız gereken hiçbir ayrım olmamasına rağmen sürekli bir şeyleri sınıflandırıp kategorilere koyuyoruz. Bunu her an her dakika yapar hale geldiğimizde de sistemin istediği tek düze sınıf delisi birey yaratılmış oluyor. Ahlaki değerlerimiz içimizden değil, ya bir dinden ya da bir toplumun doğrularından geliyor. Dil, din, ırk, renk olmadan yaşayamıyor onlardan güç aldığımızı düşünüyoruz. İçi boş olsa da, yapılan doğru olmasa da bir şekilde bir yerlere sığınıyor ve sığındığımız yerde bir doğru bulup o doğruya inanıyoruz. Bize bunu en küçüklükten beri toplum böyle öğretiyor çünkü.

Olması gerekeni olması gerektiği şekilde istenilen biçimde yapmalısın. Çünkü bu toplumun çünkü bu düzenin çünkü bu dinin istediği şekilde yani olması gereken en mükemmel şekilde. Sorgulama yok sorma yok irdeleme yok. Eğer bunları yaparsan da mutlaka seni bir sınıfa sokmalıyız, ya sosyalist olacaksın, ya faşist olacaksın, ya kemalist olacaksın, ya anarşist olacaksın, ya emperyalist olacaksın, ya ateist olacaksın ya da aşırı dinci ama mutlaka bir ist olacaksın. Mutlaka sana uygun bir ist bulup, onu sana ya da sana onu oturtacağız. Çünkü bu böyle olmak zorunda açıkta kalamazsın. Bir insan mutlaka bir yere girmeli bir şeyci olmalıdır. Toplum anlayamaz bunların hiçbirinden de olmamanı. Mutlaka bir şeysin ve mutlaka bunu gururla söylemelisin! Bu senin en büyük gurur ve onur kaynağın olmalı! İnsansın sen!

Lisede ilk dayağımı yiyeceğimden emin olduğum anda milliyetçi bir genç onlardan mısın bizden mi? diye sormuştu. Bende hiçbiri ben aradayım herhalde demiştim. Fakat o yaşlardan daha öncelere varan bir şekilde bu ayrım işlenmişti ve halada işlenmiş bir şekilde devam ediyor. Kavgalar, yıkımlar, ölümler yok olan milyonlarca hayat. Sistemin istediği şekilde daha doğrusu olması gereken en iyi hali ile sistemin. Bunları savunanlar birer piyondan daha değersiz. Ama sorsanız en önemli taş. Bilinçsiz, düşüncesiz ve cahilce kullanılacak en iyi en doğru silah. En tehlikeli cehalet türü çok zeki olduğunu sana, herkese bir şeyler öğretebileceğini, herkesin yanlış yolda ama kendisinin doğru bir yolda ilerlediğini düşünen insan tipi. En ama en tehlikeli tür belki de. Aşırı milliyetçi, aşırı solcu, aşırı dinci aşırı bilmem neci hepsinde bu tip insanlardan var ne yazık ki.

John Berger’in Görme Biçimleri adlı eseri işte size buralara kadar gidebilecek bir ufuk genişliği sağlıyor. Daha ilerisini de sağlıyor emin olun ama bunları yazmakla biter mi bitmez mi bilemedim. Yanlış anlaşılmamak için belki de buraya kadar anlatmak yeterli olacaktır. Tüm eserlerini alıp, bünyeme işlememe neden olan bu eşsiz eseri herkese tavsiye ediyorum. Özellikle at gözlüğü takan insanlar için oldukça yararlı olacaktır diye düşünüyorum.

İyi okumalar.

Kitap adı: Görme Biçimleri
Orijinal adı: Ways of Seeing
Yazar: John Berger
Çeviri: Yurdanur Salman
Yayınevi: Metis
Sayfa: 170
Baskı: 2014
Tür: Sanat

Görme Biçimleri – John Berger

Arka kapak;
Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.
Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek bulunuruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Her akşam güneşin batışını görürüz.
Dünyanın güneşe arkasını dönmekte olduğunu biliriz. Ne var ki bu bilgi, bu açıklama gördüklerimize uymaz hiçbir zaman. Gerçeküstücü ressam Magritte “Düşlerin Anahtarı” adlı resminde sözcüklerle nesneler arasında her zaman var olan bu uçurumu yorumlamıştır.

gorme-bicimleri-john-berger-2

#Görme Biçimleri – John Berger #Görme Biçimleri #John Berger

Metin Yılmaz
metin@metinyilmaz.com.tr

İzmir doğumlu. Web geliştirme uzmanı olarak çalışır. Seyahat etmeyi sever. Okumayı sever. İstanbul'da yaşar, Ege'yi özler.

4 Yorum
  • Bu Ay Okuduklarım - Mart 2015
    Posted at 00:46h, 08 Ağustos Yanıtla

    […] John Berger Görme Biçimleri adlı kitabı ile tarihten bugüne ortaya çıkan farklı görsel temsillerin analizini yaparken, sorulmamış sorular sorarak, bize eserlerin farklı yönlerini gösteriyor. Sadece büyük eserlerin değil aynı zamanda bize reklamlarda kullanılan görsellerin, imgelemelerin hangi amaçla kullanılmış olabileceği ile ilgili bilgiler veriyor ve bize sorgulama yapmamızı sağlıyor. Yazının devamı için… […]

  • mturkeri404@gmail.com'
    merve türkeri
    Posted at 21:23h, 14 Mayıs Yanıtla

    mükemmeldi kaleminize sağlık….

  • gzmuzrpi@icloud.com'
    Gzm Uzr
    Posted at 02:17h, 06 Şubat Yanıtla

    Harika bir yazi olmus okurken benim de kalemime degdi:)

  • bagurkan@gmail.com'
    Bahar Gürkan
    Posted at 22:20h, 12 Ocak Yanıtla

    Çok akıcı etkili kısa öz bir yazı yazmışsınız. Paylaşımınız için çok teşekkürler. Kaleminize sağlık

Yorum yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

error: Yazılar izinsiz kopyalanmamalı!
Send this to a friend